Bugün teknoloji dendiği zaman aklımıza gelen ilk kavramlardan biri de “insan
hakları”. Oysa teknoloji, gelişiminin ilk aşamalarında insan hakları ilişkin olan ya da
etik tartışmalardan uzakta ve gelecek kaygıları ile değil; aksine, parlak bir geleceğe
ilişkin büyük umutlar ile ilerledi. Bugün Bilişim Çağı şeklinde ifade ettiğimiz nokta; bir taraftan pek çok farklı üretim, ifade
biçimlerini ve paylaşım imkânlarını beraberinde getirse de öte yandan, bizatihi bizleri tanımlayan veya bizlerle ilişkili birçok verinin ortaya saçılmasına sebep oldu ve bu bakımdan, yeni bir denetim ve gözetim alanın oluşması sonucunu doğurdu.Foucault’nun öznelleştirme sürecini başlattığı bilgi ekseni bugün, yalnızca bilim statüsü kazanmaya çalışan araştırma kiplerinden ibaret değil.Etrafımızı çepeçevre saran bu bilgi dalgası “bölücü pratiklerini tanıdığımız tanımadığımız birçok kişinin değer yargısı ile gerçekleştiriyor ve bizi bir özne olarak kurma sürecinin tam da merkezinde yer alıyor. Bilgi ve öznenin, dolayısıyla da iktidarın bu girift ilişkisinde; denetim bilgi ve bilgi vasıtaları üzerinde gerçekleşiyor, iktidar gündelik yaşam pratiklerine dâhil oluyor ve bu amaçla izleme faaliyetlerini sürdürüyor. Bilgi vasıtalarının çok büyük ölçüde dijitalleştiği günümüzde, bu yeni vasıtalar, büyük gözetimin erişimini, gücünü ve kapasitesini arttırarak mahremiyetimize ilişkin kaygılarımızı derinleştiriyor. Çalışma konumuzun temel noktasında yer alan ceza yargılamasındaki ve
kolluk teşkilatındaki veriler, kişilerin temel hak ve özgürlükleri ihlal etme tehlikesini en yüksek derecede taşıyan ve dolayısıyla da korunmaya muhtaç kişisel verilerdir. Özellikle devlet kurumlarının sahip olduğu suç işlenmesinin önlenmesi
ve işlenmiş olanların ortaya çıkarılması gayesi; güvenlik kaygılarının öne çıktığı bir toplumda, herkesi denetimin bir objesi haline getirmesi sonucunu doğurabilir. Böyle bir durumda günümüzde artık saklanacak herhangi bir yer kalmamıştır.